Ahmet Özcan, “Son Kürt Eşkıyaları: Kürt Meselesi’nde ‘Adi’ Şiddetin Olağanüstülüğü, Siyasallığı ve Yasa Yapıcı Mirası”, (içinde) (der.) Güney Çeğin ve İbrahim Şirin, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de Siyasal Şiddet, İstanbul: İletişim Yayınları, 2014, s. 165-206.
Kitabı satın almak için burayı tıklayın.
Hamit Bozarslan, “Sunuş”
Ahmet Özcan’ın Kürdistan bağlamında ele aldığı –ama Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Türkiye’nin diğer bölgelerinde de nispeten yaygın olan–[1] eşkiyalık olgusu, sosyal tarih, yasadışılık ve şiddet arasındaki ilişkileri sorgulamamızı mümkün kılmaktadır. Özcan’ın çalışması, devletin Türk eşkiyacılığını gözden ırak tutarak Kürt eşkiyacılığına ağırlık verdiğini göstermektedir. Bu ayrımın temelinde, Kürtlüğün, Türklüğü belirleyen (medeniyetçilik, ihtilalcilik, hürriyet, vs. gibi) değerlerin zıddı olan değerlere sahip olan atavik bir grup olarak tanımlanması bulunmaktadır.[2] Bu atavizme karşı “Türklük”, kendisini “medeniyeti kılıç yoluyla” başka gruplara öğretme hakkına sahip olan meta-tarihsel bir grup olarak algılanmaktaydı.[3]
Yılmaz Güney’in Ağıt (1971) filmiyle yok olma sürecini sezinleyebildiği eşkıyalık, bir yandan iktisadi kaynakların son derece sınırlı olduğu bir dönemde ortaya çıkan predatör bir ekonomiyi tanımlamakta, diğer yandan ise, bu ekonomiyi dayatan iktidar ilişkilerini sorgulamamızı mümkün kılmaktadır. Konuya bu “ikili giriş”, devletin zaman zaman pratik nedenlerle bir düzen sağlama aracı olarak işbirliğinde bulunduğu eşkıyalığın, aynı zamanda “hidden transcripts”(“gizli kodlar/anlamlar”) oluşturabilen[4] ve toplumsal bir “gizlilik grameri” sayesinde faaliyet gösterebilen direniş mekanizmaları haline gelebildiklerini de göstermektedir. Ne var ki, devletlerarası sınırların dayattığı mantığı kabul etmeyen ve “geçişkenliğin” aktörleri olarak tanımlayabileceğimiz “eşkiyalar”, diğer yandan da, kurdukları iç ve dış hakimiyet ilişkileri, bunları meşrulaştıran öznel bir ethos ve topluma karşı kullandıkları zor sayesinde ayakta kalabilmekteydiler. Suriye ve Lübnan’daki abadayı (kabadayı) olgusu, “eşkiyalık”a benzer bir ethos ve aksiyolojinin şehirsel bir zeminde de gelişebildiğini göstermektedir.
Yılmaz Güney’in yukarıda bahsettiğim ve dönemin sol hareketinin endişeli sübjektivitelerinden beslenen Ağıt filmi, “eşkiyacılık”tan “ihtilalciliğe” geçişe bir davetname olarak okunabilir. Ama sahip olduğu mahalli miraslar ne olursa olsun, “devrimciliğin” ve “eşkiyalığın” farklı dinamiklerden beslendiği de hatırda tutulmalıdır. Eşkıyalıktan çıkış, aslında, aynı zamanda kaynakların son derece sınırlı olduğu predatör bir ekonomiden kaynak bolluğuna dayalı ama siyasetle de eklemlenen ve şiddet boyu son derece yoğun olan yeni türden bir predatör ekonomiye geçiş sayesinde mümkün olabilmiştir. Susurluk’un kurbanlarından Ömer Lütfü Topal (1946-1996) ya da “Beco” (Behçet Cantürk, 1950-1994), bu tür ekonomiye geçişin örnekleri olarak algılanabilirler.
Ama Özcan’ın makalesi diğer iki nedenden dolayı da özel bir önem kazanmaktadır. Bunlardan ilki, değişik çalışmalarımda “sessizlik dönemi” olarak tanımladığım 1938-1960 yıllarındaki Kürt sahası ile ilgilidir. Metin Yüksel’in 2011 yılında savunduğu doktora tezi, Kürt dengbejlerinin (“halk ozanları”), mollalarının ve entelijensiyasının bu dönemin Türkiye çapındaki görünürlük sahasında belirgin bir yer bulamayan, ama bir dil olarak Kürtçenin korunmasında ve dolayısıyla bir Kürtlük bilincinin oluşmasında son derece önemli bir rol oynayan kategorileri oluşturduğunu göstermekteydi.[5] Bu kategorilerin, en azından mahalli ve sınıraşırı dengeler nedeniyle “eşkiyalık”la bir ilişki içinde olduğunu, “eşkiyalığın” dolaylı bir şekilde de olsa, bir iletişim ağı olarak işlediğini, kendisini bir milli/siyasi anlamla donatmak zorunda olduğunu, aynı zamanda da kendisi dışında üretilen anlamların daha geniş sahalarda yayılmasını mümkün kıldığını düşünebiliriz. İkinci neden ise, devlet-eşkiyalık ilişkileri ile ilgilidir. Sabri Yetkin’in çalışmaları, 19. yüzyılda devletin hem eşkiyalığı bastırma fonksiyonuyla, hem de eşkiyalıkla pazarlığa girişme yoluyla kendisini zaman içerisinde yeniden üretebildiğini ve belli bir toplumsal varlık kazandığını göstermişti.[6] 20. yüzyıldaki Kürt eşkiyalığının da devlet açısından bu türlü ikili bir niteliğe sahip olduğunu düşünebiliriz.”
[1] Hikmet Kıvılcımlı, Müttefik: Köylü, Arşiv Yayınları, Stockholm, 1980.
[2] Bkz. Hamit Bozarslan, “Düşman: Définir les ennemis de l’intérieur sous le régime kémaliste (1922-1938)”, Documents de travail du CETOBAC.
[3] K. Naci, “Türk Devletinde Halkçılık”, Ülkü, 3 Nisan 1933.
[4] James C. Scott, La domination et les arts de la résistance: fragments du discours sulbaterne, Editions Amsterdam, Paris, 2009.
[5] Metin Yüksel, Dengbej, Mullah, Intelligentsia: The Survival of Kurdish-Kurmanji Language in the Middle-East, 1925-1960, Chicago Üniversitesi’nde savunulan doktora tezi, 2011.
[6] Sabri Yetkin, Ege’de Eşkiyalar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1996.